Okyanus Kıyısından Mektuplar 2: GALİBA BEN BİR YAĞMURUM, YAĞMAKTAN ÇOKTAN VAZGEÇMİŞ
Yazının başlığı bir Ali Lidar şiirinden dostlar. Baştan söyleyeyim de, “Ne fiyakalı yazıyorsun!” diye geçirmeyin içinizden.
Altan abiniz bugün biraz içlenecek, biraz gürleyecek.
Efendim, oldum olası, bu “hoca” takımında beni rahatsız eden bir şeyler vardır. Okuldaki hocalardan bahsetmiyorum elbet; kastım diğerleri. “Aman Altan abi, yavaş git! Ortalık zaten karışık” diyeceksiniz. Ne dediğimi biliyorum; dinsizliğimden söylemiyorum bunları. Hem zaten, pek dinsiz sayılmayacağımı da bilir beni tanıyanlar. Tanrı tanımaz değilim; ibadet sever olmasam da.
Hoca dediğimiz bu zevatın sohbetlerine, konferanslarına ara sıra katılmışlığım vardır. Bugüne değin gördüğüm, her türlü soru ve sorunu hafife almaları; “iradeni kullan, geçer” ya da “tövbe et, bir şeyciğin kalmaz” kolaycılığıyla soruları püskürtmeleri olmuştur. Bir de, yüzlerine kondurdukları o “rahat” ve “her şeyi bilen” ifade biçimi var ki, sormayın gitsin.
Bana öyle geliyor ki, bu zevat insanları üçe ayırıyor:
- Kurtdereli gibi, nefsini boynundan yakalayıp da bir daha bırakmayan pehlivanlar.
- Zaafı olan, ama bir “tövbe vallah” dedi mi, içlerinden süpermen çıkanlar.
- Kafir olup da, hakkında konuşmaya zaten gerek olmayanlar.
Koskoca, saygın insanlar; vardır elbet bir bildikleri! Ama insanlardan önemli bir güruhu ıskaladıklarını düşünüyorum: Yağmaktan vazgeçen yağmurları.
Şu dizeler çok iyi bir şair olan Hatemi hocadan. (Bunun hocalığı tıbbiyeden!)
Hep seni anmağa değil miydi?
Pişmanlık kanatlarını kuşandığımız?
Suçlar gururumuzu kırar, eksiltirdi
Sonra pişmanlık gelir, sana yükseltirdi…
Nedâmet zevkine alıştıksa,
Hep seni anmağa değil miydi?
Ama günahla kuşanılan, bu kanatlar,
Senden uzaklaştırırmış, düşünmedik.
Bilemedik fakat ne değişirdi bilsek?
Sonumuz yine iterdi, bu çıkmaza bizi
Ve Tanrım şimdi sana yakın değilsek,
Neyi değiştiriyor üzüntümüz?
Neyi değiştirir ki üzüntümüz?
Şairin burada anlattığı bizzat kendisi mi, yoksa bir insan prototipi midir, çok önemi yok. Bazı insanlar için -haydi o klişeyi kullanalım- tutunamayanlar için, girdikleri her sokak bir çıkmaz sokak. Kimisi, bu bitmez Sisifos işkencesine razı olarak, yılmadan, bir sonraki sokağı da denerken çıkış yolunu bulmak için; kimisi de yılgınlıkla, en son girdiği çıkmazda kendine bir depo bularak orada kalmayı yeğler. Ve, hoca camiasının, bu tutunamayanların kalpağrısı için sunabildikleri bir deva yoktur.
Bir örnek de genç nesilden verelim. Eskişehir’de yaşayan felsefe hocası Ali Lidar’dan. Hüsrev hocanın bir şiirinde,
Çocuk sen Makpela tarlasından
Geçtin mi ki üstüne sinmiş
Eski çağların güngörmüşlüğü
Diye vasfettiği gençlerden biri gibi gelir bana bu delikanlı. Bakın, neler diyor:
Rabbim söz verdin
Kaldıramayacağı yükü
Yüklemem dedin kuluma
Şahidimsin
Kaldıramıyorum
Oyunsa bu
Oynamıyorum
İmtihansa
Kaldım
Ben zaten
İçi geçmiş bir hevesle
Yarım kalmış bir niyetin
Arasında ıskalandım
Pişmeden yandım
Son sözüm sana yine de
Üstesinden gelemedim
Bu yaşamak sınavının
Bağışla
Bu da bir başka şiirinden:
Zorum aklımı da aştı böbreklerime vuruyor
Nasıl yapsam bilmiyorum ve’lba’sübadel mevt
Sahi kabul olunur mu rakı içerken dua
Edilirse şüphesiz birkaç şey var aklımda
Hani, yetmiş iki milletten insan var deriz ya; bu hayatta Altancağızın ilgisini çeken, daha çok, “Anne, ben olmamışım beni bir daha doğur!”* diyen insanlar olmuştur. Ve ne acı ki, anlı şanlı hocalarımızın nezdinde, benim kıymet verdiğim bu insanların pek bir kıymeti harbiyesi yoktur.
*Yine Ali Lidar’dan.
